90’ların Futbolcuları, Günümüzün Teknik Direktörleri
top of page

90’ların Futbolcuları, Günümüzün Teknik Direktörleri

Güncelleme tarihi: 11 Nis 2020


(PEP GUARDIOLA - ANTONIO CONTE – JURGEN KLOPP - MAURICIO POCHETTINO)

PEP GUARDIOLA

30 Nisan 1989’da saat 19:00’da 18 yaşındaki bir “sarhoş” Barcelona şehir merkezindeki Gran Via Carles III’deki diskoya giriyor. Bir damla alkol almasa da bu uzun ince genci iki şey sarhoş etti.


İlki öğleden sonra izlediği Barcelona maçıydı: Real Oviedo’yu 7-1 ile ezmişlerdi. Camp Nou oldukça yakındaydı. İkincisi ise bardaki esmer kadın. “Slow şarkılar çaldığı an ona dans etmeyi teklif edecektim” diye hatırlıyor genç. “Ancak La Masia’dan birisi gelip as takım ile Banyoles’e gitmem gerektiğini söyledi.


Artık esmer kadına dans teklif edemezdim. Aklımda başka şeyler vardı.”Bir hafta sonra Sampdoria’ya karşı oynayacakları Kupa Galipleri Kupası finalinden ötürü as oyuncular dinlendirilirken, genç oyuncu 6-2 kazandıkları bu hazırlık maçının ilk yarısında forma giydi. Ancak teknik direktör Johan Cruyff, performansından hiç etkilenmemiş, “Babaannemden daha yavaştın” demişti.


Pep Guardiola, Barcelona kariyerinin başlamadan bittiğini düşündü! “Daha sonra öğrendim ki Johan bunu motivasyonel bir strateji olarak herkese söylermiş” diye açıklamıştı 2001’deki biyograisi La Meva Gent, el Meu Futbol’da (Benim İnsanlarım, Benim Futbolum). “Cruyff, alev alacak kadar iyi olduğunuzda üstünüze su dökerdi. Sizi övmesi için ancak basının ağır eleştirilerine maruz kalmanız gerekirdi.”

Bu şanssız başlangıçtan bir yıl sonra, 1990 yazında, Cruyff takımdan ayrılan Luis Milla’nın yerine bir orta sahaya ihtiyaç duydu. Bu oyuncu, geriden direkt oynayabilmeliydi. Gözlemci Oriol Tort “Tanrılar gibi oynayan birisini buldum” dediğinde Cruyff, Pep’i izlemek istedi. Bu yüzden B takımına gitti. Ancak Pep oyuna bile girmedi! “Isınmadı bile” diye bağırdı teknik direktör Charly Rexach’a. “Eğer en iyisiyse neden oynamıyor ?”Cruyff’a Pep’in üstün bir oyun görüşüne sahip olduğunu ancak güçlü ya da dinamik olmadığını söylediler. “İyi bir oyuncu güçlü bir fiziğe ihtiyaç duymaz” diye itiraz ederek Guardiola’yı as takıma aldı ve her antrenmanda bağırmaya başladı: “İki ayağın var! Lanet olsun, iki ayağın var!”

“O antrenmanlar zordu” diyor Guardiola. “Söyleneni o kadar kötü yapıyordum ki Cruyff bana orada ne işim olduğunu soruyordu. Neyse ki yaşım küçüktü ve değişmek için harcayabileceğim enerjiye sahiptim. ” O sıska genç, dört kez La Liga’yı ve 1992 yılında eski Wembley’de ilk kez Avrupa Kupası’nı kazanan Cruyff’un Rüya Takımı’nın kilit oyuncularından birisi haline geldi.“Guardiola topu çabuk kontrol edip, çabuk pas verebiliyordu” demişti Cruyff. “Topu iyi bir şekilde verdiğinden, topu alan oyuncu bir şeyler yapabiliyordu.”

Guardiola, futbolun ilgili öğrencilerinden birisiydi. Henüz 21 yaşındayken o kadar gergindi ki, Wembley’deki final öncesi bütün gün forvet Julio Salinas ile kupayı almak için çıkacakları yerde kaç basamak olduğunu tartıştılar. Kaleci Andoni Zubizarreta öfkelenip “Önce kupayı kazanalım, basamakları sonra sayarız!” demişti. Ronald Koeman’ın uzatmalardaki serbest vuruşuyla Sampdoria’yı 1-0 mağlup ettiler. Kupayı kaldırmadan önce ikinci kaptan Zubizarreta, Wembley’nin merdivenlerinin tepesinde durup Guardiola’ya dönerek 33 basamak olduğunu söyledi.


İki ay sonraki Barcelona Olimpiyatları’nda daha fazla başarı elde ettiler ancak en öğretici tecrübeyi 1994’te Atina’da Milan’a karşı oynadıkları Şampiyonlar Ligi inalinde kazandılar. “Gidip tadını çıkarın” demişti Cruyff, birkaç yıl önce Sampdoria’ya karşı oynadıkları finalin öncesinde. Ancak şimdi Hollandalının mesajı farklıydı: Çıkın ve kazanın!Ancak kazanan 4-0’la Fabio Capello’nun Milan’ı oldu. “O kadar üstünlerdi ki maç bitsin istemiştim” diyor Guardiola. Yunanistan’daki o gece, Guardiola’nın aklını sağlamlaştırdı.


“Pep’in teknik direktör olarak kazanmayı beklediği her maçtan önce Milan maçını düşündüğüne şüphem yok” diyor FFT’ye Guardiola’nın eski takım arkadaşı ve şu anki Real Sociedad teknik direktörü Eusebio Sacristan. “1994’teki final öncesinde neye sahip olmadığımızı Cruyff 1996’da kovulsa da Pep, önce Bobby Robson’ın, ardından da Louis van Gaal’in sahadaki vekili oldu. Bobby Robson ile yaptıkları felaket başlangıcı kurtaran, Guardiola’nın Katalan sağduyusunu simgelemesiydi.

O sezon Copa del Rey’i, Kupa Galipleri Kupası’nı ve İspanya Süper Kupası’nı kazandılar.

“Robson, oyuncular ve teknik direktör aynı doğrultuda çalıştığında daha fazla maç kazanıldığını, haliyle de daha fazla kupa kazanıldığını görmemizi sağladı” diye yazmıştı Pep daha sonra. Bu düşünceye 1997 Kupa Galipleri Kupası’ndan daha iyi bir örnek olamaz: Stoper Giga Popescu ancak ikinci yarıda oyuna dahil olmuş olsa da, Pep kenara çekilip kupayı onun kaldırmasına izin vermişti. Guardiola, Van Gaal ile taktik detaylara iyice akıl yormaya başlamıştı. “Çalıştığım teknik direktörlerden en çok Van Gaal ile futbol konuştum. Genellikle taktiklerden küçümseyici bir şekilde bahsederdik. Takım olabilmek için birey, grubun disiplinine boyun eğmeliydi.


Van Gaal’in yaptığı buydu.”Kısa süre sonra, 26 yaşında, Miguel Angel Nadal ve Guilermo Amor gibi tecrübeli isimlerin yerine kaptan oldu. “Fikir alışverişinde bulunabileceğim tek kişi sensin” demişti Guardiola’ya Van Gaal. “Kaptanım

sensin.”90’ların sonlarına doğru Van Gaal, yeni jenerasyonun gelmesiyle kaptanı yavaş yavaş kenara alıyordu. Pep, bir türlü iyileşmeyen baldır sakatlığından ötürü 18 ay sahalardan uzak kalınca, Xavi 1999-00’de takımın as oyuncularından biri olmuştu.

“Referansım Guardiola’ydı” diyor FFT’ye Xavi. “Antrenörlerim daima ona bakmamı söylerdi. Topa hep bir ya da iki kez dokunurdu. Bakore, Koeman ve Stoichkov da bunu yapardı ancak Guardiola benim mevkimdeydi.”2001’de Guardiola, Serie A ekiplerinden Brescia’ya transfer olduğunda Barça ile 16 kupa kazanmıştı. 6 yılın ardından (Meksika’da 4-2-3-1’in yaratıcısı Juanma Lillo’nun oyuncusu olduktan sonra) Barcelona B’ye teknik direktör olarak geri döndü ve Cruyff yönetiminde hayranı olduğu stili geri getirdi.


“Kulübün 84 bin 533’üncü üyesi olarak takımı yerimden izleyebilirim ancak bu kulübün Johan Cruyff’un mirasına sahip çıkmadığını görürsem desteklemeyi bırakırım” diye yazmıştı. “Cruyff’u bizzat tanıdığım için dünyanın en şanslı futbolcularından biriyim. Barcelona forması giyen her futbolcu da bundan payını almalı.”


ANTONIO CONTE

2004’te Juventus formasıyla emekli olan Antonio Conte’nin fevkalade kariyerini özetlemek pek de kolay değil. 1996’da siyah-beyazlılarla Şampiyonlar Ligi kupasını kazanan Conte, kulübün önemli isimlerinden birisi oldu.



Bir de kulüp doktoruna teşekkür etmeden önce kaybettiği finaller, geçirdiği sakatlıklar ve İtalya ile yaşadığı hüsranlar var. Conte, 1990’larda Juventus’un Roberto Baggio, Alessandro Del Piero, Gianluca Vialli, Zinedine Zidane ve diğerleri ile beraber büyüleyici Juventus kadrosunun bir parçasıydı. Ancak Torino’da geçirdiği 13 yıl daha çok bir korku Filmine benziyordu. “Futbol kariyerinde birçok sorun yaşasa da asla cesaretini kaybetmedi” demişti annesi Ada, 2000’de. Gazzetta dello Sport, bu röportajda sorduğu sorularla Conte’yi mucizeleriyle tanınan Aziz Antonio’ya benzetmişti.

Henüz 17 yaşındayken memleketinin takımı Lecce’de kaval kemiği kırıldı. 22 yaşındayken Juventus’a transfer oldu. İlk sezonu Coppa Italia finalinin ikinci maçının bitimine yakın gördüğü kırmızı kartla son buldu, Parma Juve’ye toplam skorda tek farkla üstünlük kurdu. Ancak buna verdiği tepki annesi Ada’yı gururlandırdı ve kendisini vaftiz oğullarından birisi olarak kabul eden Giovanni Trapattoni’nin takdirini kazandı. Teknik direktörü onu, hem savunmada, hem de hücumda doğal bir güç olarak görüyordu.

O sezon UEFA Kupası’nı kazandılar ancak Conte bir kez daha saha kenarındaydı: 1993’teki UEFA Kupası Finalinde cezalıydı. Juventus, Borussia Dortmund’u toplamda 6-1 yenip rekor kırdı. Conte ise Stadio delle Alpi’deki maçı taraftarlarla izleyerek Juve taraftarlarına olan ölümsüz sevgisini gösterdi.


1994 yazında İtalya’nın Dünya Kupası kadrosuna çağrıldı. Teknik direktörü Arrigo Sacchi, futbolcusunun işkolikliğine ve taktik dehasına hayrandı. Ancak bazen bu ikisi yeterli olmadı. İspanya maçının 66’ncı dakikasında oyundan çıktı. Vücudu yüzde 90’ları bulan nem oranına dayamamıştı ve sinir krizi geçirdi.

“BİRİSİ BANA ÇOK FAZLA ŞEY KAZANDIĞIMI SÖYLEDİĞİNDE

‘ÇOK FAZLA ŞEY KAYBETTİM’ DİYEREK CEVAP VERİYORUM”

1994’te Juve’nin başına Marcelo Lippi geçti. Lippi, Trapattoni kadar Conte hayranı değildi. O sezon UEFA Kupası finalini kaybetseler de Conte ilk kez lig şampiyonluğunu ve Coppa Italia’yı kazandı.



Kader ona kara günleri göstermeden önce biraz da olsa ışık tutuyordu. Zira kariyerinin en mutlu anlarını zehir etmek için pusudaydı! 1996’da Ajax’a karşı oynadıkları Şampiyonlar Ligi finali. İlk yarının sonlarında, Edgar Davids ile çarpışınca uyluğundaki kan damarı yırtıldı ve kan, kaslarına aktı. Conte, bunun yalnızca bir darbe olduğunu düşünerek kenara geldi. Maçın son düdüğüyle beraber sevinç içinde sahaya koşmak isterken hayatında daha önce duymadığı bir acıyla tanıştı.

O gece Juve’nin uçağı Torino’ya indikten sonra takım arkadaşları partiye giderken, Conte hatırlayamadığı bir hastaneye gitti. Kaslarındaki kanı şırınga ile aldılar. Günler boyunca yatakta kaldı. Bir gece tuvalete gitmek için ayağa kalkmayı denediğinde bir terslik daha oldu ve sakatlığı uzadı. Böylece Avrupa Kupası’nı evinden takip etmek zorunda kaldı.


Geri dönmesi sezon başını bulmuştu ve artık yeni bir takım arkadaşı vardı: Zinedine Zidane! Hafif sakatlıklarına rağmen oynayan Conte, Ekim ayındaki Dünya Kupası elemeleri için İtalya kadrosuna çağrıldı ve bu kez de Perugia’daki Gürcistan maçında sol dizinden sakatlanmıştı. Ön çapraz bağları için bir ay boyunca gördüğü fizyoterapi başarısız olunca bu kez bıçak altına yattı. Bu arada geçirdiği enfeksiyon, neredeyse tüm hayatını etkileyecekti.

1996-97 Conte için hızlı geçti: Juve lig şampiyonluğunu, Avrupa Süper Kupası’nı ve Uluslararası Şampiyonlar Kupası’nı kazanırken, Şampiyonlar Ligi finalinde bir kez daha mağlup olmuştu. Kendisine verilen kaptanlık pazu bandı ile çok sevdiği ve hak ettiği orta sahadaki yerini bıraktı. Conte’nin şanssızlığı yeniden baş gösterdi. Ağustos 1997’de eski takımı Lecce’ye gol attıktan sonra golü çılgın bir şekilde kutladı. Lecce taraftarları da o günden beri Conte hakkında iyi düşüncelere sahip değil. Brescia’ya attığı röveşata golünü ise Del Piero “Van Basten tarzı bir gol” olarak nitelendirdi.

Sezonun ikinci yarısında daha az forma şansı bulsa da Juventus, Serie A’yı kazandı. Yedekte olduğu Şampiyonlar Ligi Finalinde ise Real Madrid’e kaybettiler. Conte’nin adı temmuz

ayında Middlesbrough, Marsilya ve Blackburn’le anılıyordu. Ancak Conte takımda kaldı ve gol pesanti yani attığı önemli goller ile takımına katkı sağladı. Carlo Ancelotti, Olympiakos’a attığı golle Juve’yi Şampiyonlar Ligi’nden elenmekten kurtaran Conte için “Yalnızca o böyle bir şey yapabilir” dedi. La Gazzetta, Conte’yi Pulp Fiction’daki ‘iş bitirici’ Winston Wolfe’ye benzetti. Conte’nin futboldaki ruh ikizi Ancelotti, Şubat 1999’da Lippi’nin yerine geldikten sonra Antonio’yu “Ortada, sağda veya solda oynasa da takımın temeli” olarak baş tacı ediyordu.

Conte, şanssızlıktan bir felakete doğru ilerliyordu. Önce 1999’da Şampiyonlar Ligi yarı finalinde Manchester United geriden gelip Juve’yi eledi, ardından ligin son gününde yaptığı savunma hatası yüzünden Perugia’ya yenildiler ve şampiyonluğu kaybettiler. O sezonu Euro 2000’de Türkiye’ye attığı röveşata golü ile sonlandırdı. Çeyrek finalde ise Gheorghe Hagi’nin ayağına yaptığı müdahaleyle turnuvayı kapadı.

Kramponlarını asmadan önce kaybedecek iki Coppa Italia Finali ve Şampiyonlar Ligi finali daha vardı (ki çok önemli bir gol fırsatını kaçırdı). İtalya’nın 2002 Dünya Kupası kadrosuna alınmadı ve hayatının kulübünden tartışmalı bir şekilde ayrıldı. 2011’de kulübe teknik direktör olarak döndüğünde kaybetme korkusu artık hayatının merkezine oturmuştu: “Birisi bana çok fazla şey kazandığımı söylediğinde ‘çok fazla kaybettim’ diye cevap veriyorum. Bu daima kendinizi geliştirmenizi sağlayacak bir düşünce.”

JURGEN KLOPP

Jürgen Klopp’u bu kadar fazla kişinin sevmesini sağlayan şey ağırlıklı olarak mütevazı mizahı.

2008’de Borussia Dortmund’un başına geçtiğinde bir muhabir, oyuncuyken neden Bundesliga’da oynayamadığını sormuştu. Klopp da “4. Lig yeteneğine ve 1. Lig kafasına sahiptim. Bu yüzden de 2. Lig’de oynadım” diye cevap vermişti.



Dört sene sonra Borussia Dortmund ile şampiyonluğu kazandıktan sonra aynı sözü biraz farklı bir şekilde söyledi. Bir Berlin gazetesine “4. Lig ayağına ve 1. Lig kafasına sahiptim.” Aynı sene Mainz yöneticisi Christian Heidel, kulüpte geçirdiği 20 yıldan ötürü ödüllendirilirken Klopp’un aklına 2. Lig’deki Mainz-Homburg maçı gelmişti.


Dediğine göre, bir Hamburg oyuncusu topu çok kötü bir şekilde kontrol ettikten sonra Heidel şakayla karışık: “Bakın, onlarda da bir Kloppo var!” demiş. Klopp övgünün peşinde değildi, sadece dürüst davranıyordu. Raphael Honigstein’ın Liverpool teknik direktörü hakkındaki yeni biyograisine göre, Bring the Noise, Klopp BVB’deki oyuncularına kendisinden çok daha iyi olduklarını söylermiş: “Hiç sizin seviyenizde oynamadım bu yüzden asla her şeyi biliyormuş gibi davranmayacağım ama size yardım etmeyi denemekten asla vazgeçmeyeceğim.”

Alt liglerde Mainz formasını 325 kez giyen Klopp, bu alanda kulüp rekoruna sahip, ki eğer belli özelliklere sahip değilseniz bu başaramayacağınız bir şey. Klopp’un da dediği gibi zekası ve düşünceleri bunlardan birisi. Ayrıca hem hızlıydı hem de hava hakimiyetine sahipti. Bu yüzden de kariyerinin son yıllarında sağ beke evrilmeden önce 20’li yaşlarının sonlarına dek santrafor mevkinde oynadı.


Efsaneye göre 19 yaşındaki Klopp, 1986 yazında il takımının Eintracht Frankfurt ile yaptığı maçta Dünya Kupası kazananı Thomas Berthold’u bir hayli zorlamış. Bu performansıyla Bundesliga ekibi olan Frankfurt’a transfer olsa da as takımla hiç maça çıkmadı.


Yine de sahadaki tecrübelerine bakarsak, hızı sayesinde sorunların üstesinden gelebilir ve sınırlarınızı saklayabilirsiniz. Hızlı oyuncuları tercih ettiği oldukça bariz. BVB’deki son yılında bir muhabir taktiklerinin “çözüldüğü” ile ilgili bir soru sorduğunda Klopp “Hızı çözebilir misiniz?” diyerek alaycı bir şekilde cevap verdi.

Klopp’un oyunculuk kariyerinin en iyi günü 13 Ağustos 1991’deydi. Mainz, Erfurt’u deplasmanda 5-0 yenerken Klopp 4 gol attı ve bu 20 yıldır egale edilemeyen bir rekor. Maçtan sonra teknik direktör Robert Jung “Gelecek sene Klopp burada olmayacak” demiş. Klopp da aynı düşüncedeymiş, Kicker dergisine verdiği röportajda Bundesliga’ya transfer olmayı umduğunu söylemesi de bundan. Ancak bu hiç gerçekleşmedi.


Klopp kariyerinin geri kalanında Mainz’da kaldı ve genellikle kümede kalma mücadelesi verdi. Klopp önce orta sahaya ardından da savunmaya devşirildi. Aslında Klopp tam bir dönüş yapmıştı. Santrafor olsa da, en sevdiği oyuncudan ötürü (Stuttgart stoperi Karlheinz Forster) 4 numaralı formayı giyiyordu. Zira o da düşüncelere yetenekten daha fazla önem veriyordu.

Klopp’un oyuncuyken öğrendiği ve teknik direktörlükte harika bir şekilde kullandığı şey doğru

düşünceyi organizasyon ve taktikle birleştirmek oldu. Ona bunu öğreten kişi, 1995’te Mainz’ın başına geçen Wolfgang Frank idi. Arrigo Sacchi hayranı olan Frank, oyuncuların özelliklerini inceledi ve en çok ihtiyaç duyduğu şeyin Klopp’un “kafası” olduğuna karar verdi. Almanya’da alan savunması, pres ve geri dörtlünün ilk işlediği sistemlerden birisinde Klopp’a sağ bekte görev verdi. Liberoların olduğu dönemin Almanya’sında, Frank’in 4-4-2’si adeta bir devrimdi!

Frank’in bu yenilikçi yaklaşımı ile Mainz yükselişe geçti. 2001’de takımın yeni bir teknik direktöre ihtiyacı vardı. Heidel, Frank’in geleneğini ilerletebilecek ve sistemi tamamen bilen birisini arıyordu ve o kişiyi takımın sağ beki olarak buldu. Heidel, Klopp’tan oyuncu-teknik direktör olmasını istedi. Dedikleri gibi, gerisi malum...


“KLOPP’UN TEKNİK DİREKTÖR OLARAK YAPTIĞI EN İYİ ŞEY DOĞRU DÜŞÜNCEYİ ORGANİZASYON VE TAKTİKLE BİRLEŞTİRMEK OLDU”

MAURICIO POCHETTINO

İki adam, çiftçi Hector Pochettino’nun Santa Fe’de 4 bin kişinin yaşadığı sıradan bir kasaba olan Murphy’deki evine geldi. 1985’in başlarında, sabahın serin saatlerinde; Newell’s Old Boys Akademisi’nin gözlemcileri Marcelo Bielsa ve Jorge Griffa, Hector’un 13 yaşındaki oğlu Mauricio için Fiat 147 ile üç saatten fazla yolculuk etmişti. Burada Newell’s için genç oyuncular bulabileceklerine eminler. Genç Pochettino savunmacı olmasına rağmen bir forvet kadar gol atıyordu.


Kapıyı çaldıklarında uykusundan yeni uyanmış Hector kapıyı açtı. Oğlunu soran adamlara bir süre boş boş bakması da bundandı. Neyse ki sonra Mauricio apar topar uyandırıldı. “Baksana Jorge!” demişti Griffa’ya Bielsa. “Sence de aradığımız bacaklar bunlar değil mi?”

7 yıl sonra takımın başında olan Bielsa, as takıma çıkan öğrencisi Mauricio’ya bir görev verdi. 20 yaşındaki oyuncuya “Gelecek perşembeye kadar San Lorenzo hakkındaki dosyalarına ihtiyacım var” demişti. “Son maçları hakkında ne bulursan okuyacaksın.” Newell’s stoperi; rakibin güçlü ve zayıf yanlarına, duran top organizasyonlarına ve forvetleri Alberto Acosta’nın karşısında neler yaşayabileceğine çalıştı.


Maçtan iki gün önce de tüm takımın önünde, bulduğu her şeyi Bielsa’ya sundu. “Sahada cevapları bulmama yardım etti” diyor daha sonra Pochettino. Eğer birisi teknik direktör olacaksa bu da Poch idi, Bielsa bunu biliyordu. Fazla şans tanınmayan Newell’s, genç takımdan gelen oyuncuları ve ileride basan taktiği ile 1991’de Boca Juniors’u eleyerek Arjantin Şampiyonu olup, ertesi sene Copa Libertadores finaline çıkarken Bielsa’nın sahada en güvendiği isim Pochettino’ydu.

1994’te Pochettino, Espanyol’a transfer oldu. Bonservis bedelini yerel bir gazetenin sahibi olan Jose Manuel Lara karşıladı. “Espanyol gibi önemli bir kulüpte oynama şansını bana verdiği için Lara’ya minnettarım” demişti imza töreninde Mauricio. “Güçlüyüm ancak asla kötü niyetle müdahale yapmam.” Bu ileri görüşlü bir yorumdu. Espanyol’daki iki döneminde toplam on sezon geçiren Pochettino, 13 kez kırmızı kart gördü.


La Liga’da yalnızca sekiz oyuncu daha fazla kırmızı kart görmüştü. Ancak Pochettino cezalı değilken etkileyiciydi. 1996-97’de Arjantinlinin önderliğini yaptığı Espanyol savunması, 47 gol atan Ronaldo’ya sahip olan Barcelona hücumuna karşı kalesini gole kapadı. 2000’de ise Copa del Rey’i kazandılar. Hem de 60 yıl aradan sonra!

LA LIGA’DA YALNIZCA SEKİZ OYUNCU POCHETTINO’DAN DAHA FAZLA KIRMIZI KART GÖRMÜŞTÜ. ANCAK POCHETTINO CEZALI DEĞİLKEN ETKİLEYİCİYDİ.

“Pochettino soyunma odasında büyük bir karizmaya sahipti” diyor teknik direktör Paco Flores. “Ayrıca oyuncular ve taraftarlar arasında güçlü bir birlik vardı. O bunun önemini biliyordu.” Ocak 2001’de PSG’ye transfer oldu. 2003’te Fransa Kupası finalini kaybettiler.


2003’te diğer bir Ligue 1 ekibi Bordeaux’ya transfer oldu ancak yeni yılla beraber maaşında büyük bir indirimi kabul edip “yuvasına” Espanyol’a döndü. O dönem La Liga’nın son sırasında yer alan Espanyol, Pochettino’nun savunmaya eklenmesi ile beraber maç kaybetmedi.



Sakatlıklar ve teknik direktör Migual Angel Lotina ile yaşadığı tartışma, Pochettino’nun etkisini azalttı ve 2005-06’da, ani bir kararla emekli olmaya karar verdi. Üç yıl sonra ise teknik direktör olarak kulübe geri döndü.





Ancak yedek kulübesindekiler çok değişmişti (kadın takımının başına geçti)! La Liga’nın en iyi savunmacısı seçildikten sonra kendisine “Berbat bir savunmacısın” diyen Bielsa, 1985’in başlarındaki o sabah Murphy’e gitmekle ne kadar gurur duysa az. “Gerek futbolculuğunu

gerekse kişiliğini çok takdir ediyorum” demişti öğrencisi hakkında.


 

*İçerik FourFourTwo şubat 2018 sayısından alınmıştır.


0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page