Gennaro Gattuso, kariyeri boyunca öfkesini dizginlemeye çalıştı. Ancak arada bir “içindeki canavarın dışarıya çıktığı” ve takım arkadaşları dahil, yumruk mesafesindeki herkesin şiddetli sonuçlara katlandığı malum.
Sekiz ya da dokuz yaşımdaydım. Odamda İtalyan orta saha Salvatore Bagni’nin posteri vardı. Dr. Martens’in yeni parmak arası terliklerini giyiyordu. Benim kahramanımdı. Onda dikkatimi en çok
çeken şey, çoraplarını diğer oyuncular gibi dizlerine kadar çekmeyip, bileklerine indirmesiydi. Korunmasız bir şekilde, bodur bacaklarını göstererek oynaması hoşuma giderdi.
Hiçbir şeyi kaybetmek istemem, arkadaşlarımla oynadığım kart oyunlarını bile. Bu karakterimin büyük bir parçası ve yaptığım her şeyde başarılı olmak konusunda hırslıyım. Kuşkusuz bu DNA’mın bir parçası. Babamdan kalma bir özellik. Ondan ve amcalarımdan. Aslında ailemde ki herkesten. Hepsi aynı.
Bir futbolcu olarak işleri kendi stilimde hallederdim. Başkalarının tavsiyelerine hiçbir zaman kulak asmadım. Bu oyunu kendi stilimle oynadım. Her gün tartılır ve aynı yemeği yerdim (pirinç ve tavuk göğsü). Yıllarca su hariç ne şarap ne de başka bir şey içtim. Her akşam kendi başıma koşuya çıkardım. Maçlardan önce bir manyağa dönüşürdüm. Tüm akşam televizyon ya da film izlerdim ve ardından maçtan önce gün öğlen saatlerinde uyurdum.
Belki de bu yüzden hiç oda arkadaşım olmadı çünkü bir oda arkadaşı için fazla gergindim. Hatırlıyorum da, Milan, 2003’teki Şampiyonlar Ligi yarı finalinde Inter ile oynayacaktı ve maçtan önceki iki hafta boyunca koltukta uyudum. Fazlasıyla hevesliydim.
“OYUNDA NE ZAMAN BİR TOP OLSA İÇİMDEKİ HAYVA N DIŞARIYA ÇIKIYOR! BU YÜZDEN FUTBOL OYNAMAYI BIRAKTIM”
Kısa bir süre önce arkadaşlarımla futbol oynamamaya karar verdim çünkü sürekli onlarla aptalca tartışmalara giriyordum. Milan ekibi ya da eski takım arkadaşlarımla da aynı şekilde. Onlarla rekabet etmekten kaçınacağım çünkü kramponlarım ve formamı giyince rakiplerin yüzlerini görmüyorum; ne yaptığımın farkında olmuyorum. Daha sonra kendi kendime “Bunu yaptım, bunu söyledim” diye düşünüyorum ve çok utanıyorum. Bu yüzden bunun dışında kalmak daha iyi, belki çıkar kendi kendime koşarım. Oyunda ne zaman bir top olsa içimdeki hayvan dışarıya çıkıyor!
Bir takımın formasını sahada giydiğim ilk andan beri (12 yaşımdayken) futbol benim çıkışım oldu. O zamana dek yalnızca teknelerden aldığımız benzin kutularını direk olarak kullandığımız sahillerde futbol oynayabiliyordum. Etrafımızda balıkçılar ve ayağımızın altında taşlarla deniz kabukları vardı. Bunun oyunuma olumlu etki ettiği kesin. Çok güzel bir çocukluk geçirdim. Her gün San Siro,
Wembley, Maracana ve La Bombonera’da oynardım çünkü her sahile ve her sokağa en ünlü stadyumların isimlerini verirdik.
Şimdi ise öncelikler değişti. Çocuklar akşam 5’e kadar okulda durmak zorunda çünkü aileleri o saate kadar çalışıyor. Bu yüzden bizim kadar oynayamıyorlar. İtalya’nın kuzeyinde sokaklarda futbol oynamak çok daha zor ve eğer bir futbol okuluna yazılmazsanız yapacak pek bir şeyiniz yok.
Ancak geçen sene çok güzel bir şey oldu. 10 yaşındaki oğlum Francesco’yu Calabria’ya yolladım. Altı hafta sonra geri geldiğinde çok heyecanlıydı, yaptığı şeyleri anlatıyordu. Onun yaşındayken yaşadığım şeylerle aynıydı. Kendimi zamanda geriye gitmiş gibi hissettim.
Zorlu zamanlarda gözlerimi kapatır ve kendimi o zamanlara geri götürürüm; o sahillere, o anılara...
11 buçuk yaşıma kadar sokaklarda yaşadım. Bir ailem ya da evim olmadığından değil, spor yapıp arkadaş edinmenin tek yolu bu olduğu için. Çok az eşyamız vardı, insanlar çok az para için saatlerce çalışırdı. Biz çocukların yapabildiği tek şey dışarıya çıkmak, futbol oynamak ve eğlenmekti. Başka bir şeyimiz olmasa da bu sorun değildi. Sanırım başarılı olma hırsım daha çocukluğumda kendini göstermiş.
12 yaşımdayken Perugia altyapısına yazıldım ve burada beş yıl geçirdim. İlk birkaç ay berbattı. Yalnız hissetsem de hiçbir şeye itiraz etmedim çünkü geleceğim için doğru yerde olduğumu biliyordum. Neredeyse katıldığımız her gençler turnuvasını kazanıyorduk ve geliştiğimi hissediyordum. Başarıya olan açlığım her gün daha da artıyordu.
Ancak bu dönemde gençlerin Serie A’da düzenli bir şekilde forma giymesi pek yaygın değildi. Bazı antrenörler özel ve yetenekli olduğumu düşündü ancak ben çok çalışmaktan başka bir şeyi düşünmüyordum. Koşmak, bisiklet sürmek, spor salonunda çalışmak ve futbolcu olabilmek için mücadele etmek... Kısa süre sonra İtalya’nın 18 yaş altı kadrosuna seçildim. Fransa’daki bir turnuvada forma giydim ve Avrupa’nın farklı yerlerinden birkaç kulübün gözlemcisi de oradaydı. Rangers’ın bir
gözlemcisi beni izlemiş ve beğenmiş. Glasgow’a gitmem uzun sürmedi. Daha 19 yaşımdaydım!
İlk kez profesyonel bir futbolcu gibi düşünmeye başladığım yer Glasgow’du. Perugia’da oynarken gerekli zihinsel güce sahip olmadığıma inanır ve sahada hata yapma korkusuyla oynardım. Bacaklarım titrerdi ve duygularım beni ele geçirirdi. Ancak İskoçya’ya geldiğimde her şey değişti. Bu işte iyi yerlere gelebileceğimi anladım ve Brian Laudrup, Jonas Thern ve Paul Gascoigne gibi
harika oyuncularla oynadığım için şanslıydım.
GASCOIGNE, ÇORAPLARIMA TUVALETİNİ YAPACAK KADAR KÖTÜ ŞAKALAR YAPARDI AMA ONA KIZAMAZDIM.
Kimsenin iyi bir örnek olarak göstermeyeceği Gascoigne, bana sürekli tavsiyeler verirdi ve Glasgow’a alışmamda büyük yardımı dokundu. Şakalarıyla meşhurdu. Çoraplarıma tuvaletini yapacak kadar büyük şakalardan bahsediyorum! Ancak o kadar iyi niyetli ve yardımseverdi ki bir kez dahi kızmadım.
Rangers’ta 1950’lere dayanan bir kural vardı. Oyuncular her antrenmana takım elbise ile gelmeliydi. Bu kesinlikle benim tarzım değildi! Paul beni Glasgow’daki en pahalı terzilerden birine götürdü birlikte sekiz takım elbise seçtik. Fiyatları görünce oradan hemen kaçmak istedim ama bana kulüple terzinin anlaşmalı olduğunu ve para ödemeyeceğimi söyledi. 10 bin sterlin’den bahsediyorum!Daha sonra öğrendim ki terzi ile kulüp arasında bir anlaşma yok. Paul yardımcı olmak için beni kandırmış. Aldıklarımın parasını da kendisi ödemiş. Bu, çoğu insanın tanımadığı Paul Gascoigne! Yaşadığım sürece onunla görüşmeye devam edeceğim. Şu an alkol sorunu nedeniyle pek de iyi durumda değil ama iyi olacak. Hepimizi de kahkahalarıyla daha iyi edecek.
Rangers’taki dönemime bayılıyordum. Old Firm derbisinin tutkusunu ve gerilimini seviyordum. Bu,
futboldan çok öte olan bir maçtı. Walter Smith bir derbiden önce benimle konuşmanın işe yarayacağını düşünmüş, her gördüğünde “Rino, lütfen bir canavar olma, erkenden kart görme!” dedi. O derbinin 20’nci saniyesinde sarı kart gördüm! Devre arasında soyunma odasına gittiğimde öfkeyle dolabımı tekmeledim ve kafama çarptı. Gözümün yukarısında derin bir kesik vardı. Oyundan çıkmak istedim çünkü zar zor görüyordum ancak Smith dikiş atılmasını ve sahaya çıkmamı söyledi. Rangers’taki insanlar bu maç için böyle şeyler hissediyordu işte.
Rangers’a transfer olduğumda annemin bana verdiği haç hep boynumdaydı. Herkesin gözü ona takılıyordu. Neden baktıklarını anlamıyordum. Saftım. Protestan ya da Katolik nedir bilmiyordum. Daha sonra farkına vardım ancak kimse hiçbir zaman haçı çıkarmamı söylemedi.
Dürüst olmak gerekirse oradaki en büyük sorun teknik direktör Dick Advocaat’tı. Beni sağ bekte oynatmak istiyordu ancak ben orada oynamak istemiyordum. Tabii ki anlaşamıyorduk.
Futbolcuyken hiçbir zaman görüntüleri tekrar izlemedim. Asla. Şimdi emekli oldum ve bazı şeyleri görüp öfkeleniyorum. Kendi kendime “Bu gerçekten ben miyim? Gerçekten bunu yaptım mı?” diye soruyorum. Neredeyse kendimi tanıyamıyorum.
Formamın kolunda saygı yazarken Joe Jordan’ın (Tottenham’a karşı, sağda) boğazına sarıldığım fotoğrafı gördüm ve gülmeye başladım. Sanki gülmesem ağlayacaktım. Belki de bir saniye süren bir kızgınlıktı ve doğru bir örnek değildi.
Ronaldo ve Ibrahimovic’le de benzer fotoğralarım var. Bu konuyu kapatmak en iyisi! Ama Ibrahimovic’den biraz daha bahsedebilirim.
Zlatan Milan’a transfer olduğunda aramızda bir enerji olduğunu fark ettik. Tek bir bakışla birbirimizin ne hissettiğini anlayabiliyorduk. Hırslarımız bizi birbirimize yakınlaştırıyordu.
Bahsetmem gereken başka bir isim de Carlo Ancelotti. Milan’da yıllarca birlikte çalıştık ve benim için artık bir hocadan çok baba olmuştu. Sahada işler iyi gitmediğinde onu mutlu etmeyi düşünerek kendimi motive ediyordum. Kısa, öz ve akılda kalacak şeyler söylerdi. Yedi yıl boyunca maçlarda tıkandığım her anda o cümleler benim için yol gösterici oldu ve tabii ki teknik direktörlüğümde de bu
tecrübelerimden faydalandım.
Yaptığı en harika şeylerden birisi Andrea Pirlo ile benim aramdaki ortaklığı geliştirmekti. Milli takımda çok uzun süre birlikte oynamış olsak da Ancelotti’nin Pirlo’nun pozisyonunda yaptığı değişiklikle yeni bir “biz” olduk, daha yakın oynamaya başladık. Andrea gün boyu koşabilecek bir enerjiye ve her takımda kendisine yer bulabilecek bir tekniğe sahipti. Onunla birlikte oynayabildiğim için çok şanslıyım çünkü başım ne zaman belada olsa tek yapmam gereken şey topu ona vermekti. Kendi aramızda buna “Topu bankaya koymak” derdik.
Andrea’yi tanımıyorsanız onun soğuk bir karaktere sahip olduğunu düşünebilirsiniz ancak kesinlikle öyle biri değil. Eğlenmeyi bilir ve her türlü şakayı kaldırabilir. Birlikte oynadığımız dönemde onunla sohbet edebileceğimiz serbest zamanları dört gözle beklerdim. Otobiyografisinde bahsettiği hikayeler yaşadıklarımızın 10’da 1’i dahi değil. En büyük zevki beni kızdırmaktı ve malum, bu hiç de zor bir şey değil! Bana yaptığı eşek şakaları ona defalarca kez tokat olarak dönmüştür.
“PİRLO VE DEROSSİ’YE SALDIRMADAN ÖNCE KAPIYI KİLİTLEDİM VE İKİSİNİ DE BİR GÜZEL DÖVDÜM!”
Bir keresinde de 2006 Dünya Kupası öncesi milli takımla beraber İtalya’daki antrenman tesisindeydik.
Antrenmanımı bitirmiştim ve fizyoterapideydim. O sırada Pirlo ve Daniele de Rossi odama girip dolaba ve yatağın altına saklanmış. Neredeyse 3 saat boyunca da benim gelmemi beklemişler. Salak demekle yetineceğim! Beni sinirlendirmek için her türlü fedakârlığı yapıyorlardı. Nihayet odaya gelip uyumak için hazırlanırken bağırarak saklandıkları yerlerden çıkıp ödümü koparttılar. Saldırmadan önce kapıyı kilitlemeyi akıl ettim ve ikisini de bir güzel dövdüm!
2007’de Manchester United ile oynayacağımız yarı final maçı öncesi diğerleri dondurma yerken, ben de beyaz pirincimi yiyordum. “Beyler, yarın önemli bir maçımız var bu yüzden lütfen odaklanın” dedim. Beslenmeme ne kadar dikkat ettiğimi buradan anlayın! Massimo Oddo bana güldü ve “Aman be, alt tarafı dondurma yiyoruz, daha pirinç geveleyecek kadar sapıtmadık” dedi. Benimle dalga geçmişti. Bu yüzden öfkeme hakim olamadım ve elimdeki çatalı bacağına sapladım!
Milli takımda harika anılarım var. Çocukken hayalim Milan forması giymek ve Avrupa’da kupa kazanmaktı ancak Dünya Kupası’nı kazanma hayallerine cüret bile edememiştim! Belki bir gün birinde oynardım ama kazanmak! Bu çok fazlaydı! Almanya ile yarı finalde karşılaşmadan önce yaptığımız tüm antrenmanlarda hakarete uğruyorduk. Ardından Calciopoli skandalı ortaya çıktı ve bununla birlikte işler de çığırından çıktı. Sonra Dünya Kupası’nı kazandık ve hayatımdaki en hızlı dönüşüme şahit oldum. Marcello Lippi’ye çok şey borçluyuz.
Yarı finali kazandıktan sonra, finalde ne olursa olsun Dünya Kupası’nın ardından teknik direktörlüğü bırakacağını biliyorduk. Oğlu Calciopoli skandalının içinde olduğundan medya onu topa tutuyordu ve o dönem büyük baskı altındaydı. Bu yüzden sevincimi onunla kutlamak istemiştim. Ona bizi bırakmamasını söyledim. “Bağırdım” demek daha doğru aslında. Düşüneceğini söyledi. İstediğim cevap bu değildi!
“Futbol oynamayı özlüyor muyum?” Hayır. Hem de hiç. Futbola vermem gerekenden fazlasını verdim. Hiçbir şeyimi esirgemeden! Bunu yapmak için kazandıklarımın yüzde 10’una da razı olabilirdim.
Bir keresinde Catania ile oynuyorduk. Diz bağlarımı yırtmıştım ama oynamaya devam ettim. Bir sorun olduğunu hissediyordum ama hayatım boyunca o kadar çok darbe yemiştim ki bunu da onlardan biri gibi algılamaya çalıştım. Milan için oynamak acıyı daha az hissetmemi sağlıyordu. Bu yüzden vücudumu hiç dinlemedim. Tabii şimdi bunun sonuçlarına katlanmak zorundayım. Ellerimi yan yana tutarsam aradaki farkı hemen görürsünüz. Ameliyat olsam iki ay oynayamayacaktım ve bu kolay kaldırabileceğim bir şey değildi. Bunu yapmak yerine maçlarda destek aldıkça çıkan elimi yerine oturtup devam etmeyi tercih ediyordum.
Futbolculuğumda ne zaman hata yapsam özür diler ve sorumluluğu üstlenirdim. Bu sayede teknik direktörlüğün getirdiği sorumluluk beni diğerleri kadar zorlamıyor. Eskisine nazaran çok daha sakinim ama bunun bir sınırı var. Ben tutkumla var oldum ve yaşamaya devam etmem
için buna ihtiyacım var!
*İçerik FourFourTwo Mart 2018 sayısından alınmıştır.
Yorumlar