Bazen “Van Tor”, “Nistelgoal” ya da “The Ruud Devil” diye çağırıldı, bazen “istenmeyen adam” ilan edildi... Ama golcülük meziyetlerini sergilemekten hiçbir zaman geri kalmadı...
Ruud van Nistelrooy, Den Bosch’tan ayrılıp Heerenveen’in yolunu tutarken muhtemelen yeni hocası Foppe de Haan hariç kimse 22 yaşındaki orta saha oyuncusunun Avrupa’nın en büyük golcülerinden birine dönüşeceğini aklından bile geçirmiyordu. Fakat Haan kısa sürede öyle bir oyuncu yarattı ki “sıfır kilometre” gol canavarını sadece bir sene elinde tutabildi.
Yaptığı şey çok basitti; Haan o günleri “Ondan bir sayfaya maçlardaki koşularını, diğer sayfaya
topla ne kadar, nerede buluştuğunu ve paslarını çizmesini istedim ve bu çizimleri değerlendirip bir sonraki hafta için önümüze hedefler koyduk” diye anlatıyor.
Metodun kısa sürede bu derece verim vermesini ise “Sonuçta birine yapması gerekeni söylemektense bunu kendisinin görmesini sağlamak her zaman daha etkilidir” sözleriyle açıklıyor. Hatta o kadar etkili ki Van Nistelrooy, Malaga’da futbolunun son dönemini geçirirken verdiği bir demeçte Haan’ın ve metodunun kendisi üzerindeki etkisinden bahsederken “Foppe de Haan bana şekil veren ve beni baştan yaratan isim. O notlar ne mi oldu? Halen saklıyorum” diyordu.
Hollandalılar, kısa süre içinde Foppe de Haan’ın yarattığı gol makinesine James Bond serisinin “007: Licence to Kill” filminden esinlenerek “008: Licence to Goal” demeye başladı. Öte yandan İngilizler “Devil Ruud” ya da “Nistelgoal”, Almanlar “Van Tor” ve İspanyollar “Van Gol” derken de bütün bu lakapların arkasında yatan gerçek, Van Nistelrooy’un hangi ülkeye giderse gitsin rakiplerinin korkulu rüyası olması ve bir şekilde topu ağlarla buluşturmasıydı.
Sadece transfer olduğu PSV değil, henüz o yıllarda Manchester United’ın yıldız avcılarından
Martin Ferguson da onu fark edenlerdendi; hem de izlediği ilk maçta. “Aslında o maça bir kaleci izlemek için gitmiştim. Daha önce Ruud van Nistelrooy diye birini de duymamıştım
zaten. Hollanda’daki bağlantımıza maç esnasında ‘Kim bu 10 numara?’ diye sordum ama o bana ‘Boş ver 10 numarayı, United’lık oyuncu değil’ dedi. Ben yine de takibe devam etmesini ve beni bilgilendirmesini istemiştim” diyor Martin Ferguson PSV ile Heerenveen arasında oynanan maçta Van Nistelrooy’un üzerinde yarattığı etkiyi anlatırken.
1998’de Heerenveen tarafından denenen Sir Alex’in oğlu Martin’in ilk işi babasını haberdar etmek oluyordu. “Burada Van Nistelrooy diye biri var, hemen anlaşmalısınız. Muhteşem bir oyuncu” diyordu babasına telefonda. Sir Alex ise zaten takipte olduklarını ve bir sonraki hafta sonu görüşmek için gideceklerini söylüyordu ama PSV çoktan Van Nistelrooy ile anlaşmıştı. Bu geç kalma Sir Alex’e ve United’a yaklaşık 21,5 milyon euro; Martin Ferguson’un Van Nistelrooy’u takip edip kendisini bilgilendirmesini istediği Hollanda’daki gözlemcisinin de işine mal oluyordu.
Eindhoven şehrinin takımı o döneme kadar bir Hollandalı için ödenen en yüksek miktarı gözden çıkarmak zorunda kalmıştı ama Van Nistelrooy daha ilk senesinde bu paraya, hatta çok daha fazlasına değeceğini ligde atacağı 31 golle gösterecekti. Bu rakam Eredivisie’nin kurulduğu sezon olan 1956-57’den bu yana Coen Dillen’in attığı 43 golden sonra PSV’li bir oyuncunu ulaştığı en yüksek rakamdı ve Van Nistelrooy’un Hollanda’da yılın futbolcusu seçilmesine yetti de arttı.
Euro 2000 öncesi Hollandalıları ve United’ı en çok üzen konu Van Nistelrooy’un zincirleme
sakatlıklarıydı. Mart ayında ayağında oluşan yırtık iki ay sonra tam iyileşmişken antrenmanda bir sakatlık daha geçirmesi, hem Euro 2000’i hem de sezonun büyük bir bölümünü kaçırmasına neden olacaktı. Ayrıca PSV ile transferi konusunda anlaşan United da bir sene daha beklemek zorunda kalıyordu. Van Nistelrooy’un sakatlığı ve transferin bu denli uzaması Manchester United başkanı Martin Edwards ve Alex Ferguson’u kısa bir süreliğine de olsa birbirine düşürdü ama 2001 yazında Ruud artık Avrupa’ya kanat açarken United da üç senedir peşinde olduğu isme kavuşuyordu.
Ancak Manchester macerası pek de iyi başlamadı. Ada basını Alex Ferguson’a, neredeyse bir senedir sahaya çıkamamasına rağmen hiç de yabana atılmayacak bir maaşı cebine indiren Van Nistelrooy’un bunu hak edip hak etmediğini soruyordu. Ruud’un bu eleştirilere bir cevabı vardı. “Çok değil, hatta beni bir seviye daha ileri taşır çünkü United’ın bana ne kadar
güvendiğini gösteriyor” derken bu kez ukalalıkla suçlanıyordu. İlk sus payı, Premier Lig’deki ilk maçında geldi. 008’den “Devil Ruud”a terfi eden Hollandalı, Premier Lig’de Fulham ağlarını iki kez havalandırmıştı. Arkası da geldi ve tıpkı PSV’deki ilk senesinde olduğu gibi United’da da daha ilk sezonunda “yılın oyuncusu” seçildi. Böylece “Ruud, Van Basten’den daha iyi bir bitirici” diyerek United’a transferine destek veren total futbolun babası Rinus Michels’i de haklı çıkarıyordu.
Van Nistelrooy’un rüya gibi başlayan Manchester günleri, ilk sezonun ardından aynı güzellikte devam etti. Sezon boyunca United formasıyla çıktığı 45 maçta 39 kez ağları havalandıran Hollandalı golcü ikinci senesinde United’ın Premier Lig’i zirvede bitirmesinde de büyük rol oynayacaktı. Ayrıca o sezon Fulham’a karşı oynanan maçta orta yuvarlakta iki kişinin arasında topla buluştuktan sonra bütün takımı peşine takıp attığı gol, Premier Lig tarihinin en güzelleri arasına girecekti.
Gol makinesi, rakiplerinin korkulu rüyası olmaya durmaksızın devam etti. United’da geçirdiği dört sene içerisinde adını United efsaneleri arasına da yazdırmayı başardı. Lyon karşısında attığı iki golle Avrupa’da 30 gole ulaşıp kulüp efsanesi Dennis Law’ı geride bırakıyordu. Law da Hollandalı meslektaşını “Bunu fazlasıyla hak ediyor. Ayrıca rekoru bu kadar kısa sürede kırması da inanılmaz” sözleriyle göklere çıkarıyordu.
Manchester yıllarında golleri dışında öne çıktığı bir başka konu da Arsenal maçlarıydı. Önce 2003-04 sezonunda Old Trafford’da oynanan maçtaki bir hava topu mücadelesinin ardından yere düşen Patrick Vieira, Van Nistelrooy’a tekmeyi sallayınca oyundan atılıyordu. Aslında ne Vieira’nın tekmesi Hollandalı’ya gelmiş, ne de o kendini yere atmıştı ama Arsenal’li oyuncular için hedef tahtası haline gelmişti artık. Maçın son dakikasında penaltıyı direğe nişanlayıp maç
berabere bitince önce Arsenal savunmacısı Martin Keown, Hollandalı’nın önünde bir sevinç gösterisi yapıyor, ardından da Ray Parlour ve Ashley Cole başta olmak üzere Arsenal’li oyuncular Van Nistelrooy’u itmeye başlıyordu. Kısa zamanda ortalık karışırken olaylı maç “Old Trafford Savaşı” olarak tarihe geçecekti. Van Nistelrooy, intikam için bir sene beklemek
zorundaydı. Önce Cole’a acımasız bir faul yaparak yarım kalan cezayı kesti, ardından da penaltıdan takımını öne geçiren golü atarak Arsenal’in 49 maçlık yenilmezlik serisinin sona ermesinde büyük rol oynadı. “II. Old Trafford Savaşı” olarak anılan bu olayı Patrick Vieira daha sonra biyografisinde şu şekilde anacaktı: “Ruud yalancının ve korkağın teki. Herkes onun muhteşem bir insan olduğunu düşünüyor ama ketum duruşu sayesinde sahada yaptığı pislikleri herkese unutturuyor.”
Ruud hemen her şeye tahammül edebilirdi ama tahammül edemediği tek bir şey vardı: Oynamamak! 2005-06 sezonunda Ferguson onu altı maç üst üste yedek bırakınca ikili arasındaki ipler gerilmeye başlıyordu. Gollerine bir şekilde devam ediyordu ama Ferguson’un yeni favorisi artık Cristiano Ronaldo’ydu. Hollandalı; önce Luis Saha, ardından da Ronaldo ile antrenmanda kapıştı. Son olarak Portekizli genç yeteneğe “Hadi git şimdi babana şikâyet et!” diyerek United’da yapılacak en büyük yanlışı yaptı ve Alex Ferguson’u karşısına aldı! Olayların
büyümesinin altında bir yanlış anlaşılma yatıyordu. Herkes Ronaldo’ya sarf ettiği sözleri sezon başında vefat eden babasına söylediğini sanmıştı ama aslında Ruud, Ferguson’un Portekizli sağ kolu Carlos Queiroz’u ima etmişti. Yine de Ferguson faturayı kendisine keserken bir adım bile geri atmadı. Sezonun son maçının başlamasına saatler kala stadyumu terk ediyordu ve ayrılık kararını verirken sekiz aylık hamile eşinin bile Ferguson’la konuşma tavsiyesini dinlemeyecekti.
Manchester’da beş sezonda üç lig şampiyonluğu, bir Lig Kupası, bir FA Cup, bir kez İngiltere’nin En İyi Futbolcusu, bir kez Dünyada Yılın Golcüsü ödülü, üç kez Şampiyonlar Ligi gol krallığı... Alex Ferguson, Ruud van Nistelrooy’un peşinden üç yıl boyunca koşturduğu için fazlasıyla haklı ama yine de onu David Beckham, Paul Ince, Lee Sharpe, Roy Keane, Jaap Stam gibi kendisi ile bozuşup takımdan gönderdiği oyuncular listesine eklemekten bir an bile tereddüt etmeyecekti.
2006’da yaşadığı problemler sadece Alex Ferguson’la sınırlı değildi. Bir zamanlar idolü olan Hollanda Milli Takımı’nın teknik direktörü Marco van Basten ile de Dünya Kupası’nda Portekiz maçından önce kapışınca kendini kadro dışı buldu. Dünya Kupası’nın adından yeni bir başlangıç yapmak için İber Yarımadası’nın yolunu tutuyordu. Artık hedef Real Madrid formasıyla gollerini sıralamaktı ama sezon öncesi ufak bir problemi vardı. Yeni teknik direktörü Fabio Capello, Van Basten’in Milan’dan teknik direktörüydü ve aralarındaki iletişimin çok iyi olmasından dolayı yaşanan problemi biliyordu. Capello, Ruud’a imza töreninin ardından isterse kendisine bir süre bu olaydan dolayı izin verebileceğini söyledi ama Van Nistelrooy’un kendisini bir daha kanıtlamak için kaybedecek vakti yoktu. Sezonun ilk 10 haftasında sekiz gol atmayı başardı. İtalyan teknik adam da dört gol birden attığı Osasuna maçının ardından “Golü kokluyor. Şu anda dünyanın en iyisi” diyordu Hollandalı oyuncusu için. Deyim yerindeyse Hollandalı, Madrid’de yeniden doğuyordu.
Real Madrid’de geçirdiği iki sezonda bütün problemleri geride bırakmıştı. Bu süre içerisinde
iki La Liga şampiyonluğu, bir İspanya Süper Kupası ve bir de La Liga’da sezonun en golcü oyuncusuna verilen Pichichi Ödülü… Dahası Van Basten ile yaşadığı sorundan dolayı bıraktığı milli takıma dönme sinyalleri de vermişti. Fakat geçmişin intikamını almayı unutmadı!
Euro 2008 grup elemelerinde Klaas-Jan Huntelaar’ın sakatlanmasıyla denize düşen Van Basten, tabiri caizse yılana sarıldı ve Van Nistelrooy’u kadroya almaya karar verdi. Bunun üzerine Van Nistelrooy “Milli takıma ne zaman döneceğime başkaları değil ben karar veririm” diyerek takıma katılmayı reddediyordu. Daha sonra araya Van der Sar girip Van Nistelrooy ile Van Basten arasındaki buzları eritince eleme gruplarının sonunda da olsa milli takıma döndü. Bunun gerekçesini şu şekilde açıklarken yine kişiliğinden taviz vermiyordu Ruud: “Hollanda’nın en iyi oyuncularını izlemek taraftarlarımızın hakkı ve ben de onlardan biriyim. Bu yüzden takıma geri döndüm.”
Hollanda turnuvaya sürpriz bir şekilde çeyrek finalde veda etse de Van Nistelrooy’un zirvede olduğu son büyük turnuva olacaktı. 31’ini deviren “Van Gol” yaşadığı sakatlıklardan dolayı bir daha asla eski devamlılığını sağlayamadı. 2008’de yaşadığı menisküs yırtığı neredeyse tüm sezona mal olurken bir sonraki sezon da Real Madrid’in artık ona ihtiyacı kalmamıştı. Yine de oradan United’dan ayrıldığı gibi kırgın ayrılmadı. Başkan Florentino Perez ve sportif direktör Valdano, 70 bin kişinin önünde Hollandalı golcülerine teşekkür edip plaketini verirken kendini
alkışlayan taraftarlarına zor da olsa “Çok üzgünüm ama futbol oynamam lazım” diyordu.
33 yaşında olmasına ve uzun zamandır yedek kalmasına rağmen yine de birçok talibi vardı Ruud’un. İngiliz teknik adam Harry Redknapp’ın dediği gibi “Onu almak risk gibi görünse de halen bir dünya yıldızı” idi ve tercihini Hamburg’dan yana kullandı. İnsanlar artık döneminin geçtiğini düşünüyordu. Eskisi kadar hızlı olmadığı bir gerçekti ama Hamburg formasıyla çıktığı ikinci maçta Stuttgart ağlarına 90 saniyede iki gol birden yollayacaktı. Bundesliga’da geçirdiği bir buçuk sene içerisinde yaklaşık iki maçta bir gol ortalaması tutturmayı başardı ama artık insanların alıştığı Van Nistelrooy’un sahada olmadığı da bir gerçekti.
Birçok kişi kramponlarını asmasının vaktinin geldiğini düşünürken Van Nistelrooy bir sezon daha oynamaya karar verdi ve 2011-12 sezonunun başında Endülüs’ün yolunu tuttu. Çok fazla forma şansı bulamasa da takıma özellikle de genç forvet Rondon’a yaptığı ağabeylikle Malaga’nın tarihinde ilk defa Şampiyonlar Ligi’ne katılma hakkı kazanmasında önemli rol
oynadı. “Şampiyonlar Ligi’nde oynamak isterdim ama artık bırakmanın vakti geldi. Fiziksel olarak üst düzey futbol oynayacak durumda değilim” diyordu Sporting Gijon ile oynanan maçın ardından. Artık o da eskisi gibi olmadığının farkındaydı. Literatüründe sadece kazanmak olduğu için laf olsun diye de futbol oynayacak bir isim değildi ve 35 yaşında futbola veda etti.
Geride kalan 20 yıllık kariyerinde 450’den fazla maça çıkan Ruud van Nistelrooy, 250’den fazla gol atmayı başardı. Ve evet, kendisi de inatçı ve kazanmak için her şeyi yaptığını kabul etse de döneminin en iyi golcüsü olduğu konusunda hemfikir olmamak mümkün değil.
(FourFourTwo Türkiye Temmuz 2012 sayısından alınmıştır.)
Comments