Ne Pele ne Maradona...Diego bile Real Madrid'in ''sarı ok'' lakaplı efsane oyuncusu Di Stefano'nun dünyanın gelmiş geçmiş en iyi oyuncusu olduğunu söylüyor.
Sayısız futbolcu, şampiyonluk madalyası kazandı, 15 dakikalık şöhretleri sırasında taraftarlarının kalbinde yer etti. Kimileri, o ana tanıklık edecek kadar şanslı seyircilerin akıllarına sonsuza kadar kazınırken kimileri bütün takımı tek başına sırtladı. Fakat pek az oyuncu tarihi değiştirmeyi başardı. Ve kimse bunu “Sarı Ok” gibi yaptığını iddia edemez. Alfredo di Stefano; bir lider, sanatçı, dâhi ve en önemlisi bütün zamanların en önemli, çoğu insana göre de en harika futbolcusu.
Di Stefano futbolculuğa şans eseri başladığını söylüyor. “Bir gün evimize bir elektrikçi gelmişti. Daha önce River Plate’te oynamış. Sonra annemle sohbet etmeye başladılar. Annem benim de futbol oynadığımı söyleyince elektrikçi beni seçmelere götürdü.” Bu, güzel oyunun kaderini değiştiren büyük bir tesadüftü. UEFA başkanı Michel Platini’nin dediği gibi: “Di Stefano’nun olmadığı bir futbol tarihi hayal edilemez.”
Diego Maradona, Napoli’yi hiç beklenmeyen bir şampiyonluğa taşımış ve Arjantin’e sıra dışı bir Dünya Kupası zaferi getirmiş olabilir. Fakat konu geriye bir miras bırakmak olduğunda Tanrı’nın Eli dahil bunların hiçbiri, İngiltere’yi yerle bir etmeden 60 yıl önce Buenos Aires’te
doğan adam söz konusu olduğunda bir anlam ifade etmiyor. Di Stefano, futbolun çehresini sonsuza dek değiştiren bu adam, Maradona’nın kendisinden daha iyi olduğunu düşündüğü tek kişi.
FIFA, 20. yüzyılın en iyi futbolcusunu belirlerken Pele ve Maradona arasında bir seçim yapamadı. “Pele mi daha iyi yoksa ben mi bilemiyorum” diyen Maradona bile bu konuda kararsızdı. Fakat Maradona’nın bildiği bir şey var, o da “Di Stefano’nun Pele’den daha iyi olduğu.” “Don Alfredo’nun adını duymak bile” diyor Diego, “dizlerimi titretiyor.” Inter ve Barcelona’nın teknik direktörlüğünü yapan Helenio Herrera da Maradona’yla aynı fikirde. “Eğer Pele başkemancıysa, Di Stefano bütün orkestradır.”
Ne var ki Pele ve Maradona’ya duyulan saygı; sosyal ve politik bir buhrandan daha yeni çıkmış bir ülkenin vatandaşı olan, üç farklı ülkenin formasını giymiş olmasına rağmen Dünya Kupası’nda yeteneklerini gösterme fırsatını geri çeviren, kalitesini televizyonun görkemli günlerinden bir asır önce kanıtlayan Di Stefano’ya gösterilmedi.
Di Stefano’nun kariyerindeki en parlak an 1960 yılında oynanan ve Real Madrid’in Eintracht Frankfurt’u Hamden Park’ta 7-3 yendiği Şampiyon Kulüpler Kupası finaliydi. İskoçya’daki BBC televizyonunun her yılbaşında gösterdiği bu maçın siyah beyaz görüntülerinin bulunduğu DVD hâlâ piyasalarda satılıyor. Ayrıca bir rapora göre Madrid bu maçta “melekler gibi” oynamış ve maça gösterilen büyük rağbet sonrası stattaki seyirci sayısı Avrupa’nın bir numaralı kupasının finallerindeki en yüksek rakama ulaşmış. The Guardian muhabiri Richard Williams, maçı şu kelimelerle betimliyordu: “Fonteyn ve Nureyev, Royal Albert Hall’daki Bob Dylan, Bahar Ayini’nin ilk gösterimi, kariyerinin zirvesindeki Olivier, Sydney Opera Sarayı’ndaki Armoury Show… Sanki hepsi bir araya gelmiş gibiydi.” Maçı tribünlerden izleyen Alex Ferguson da o karşılaşmayı hâlâ hayatında izlediği en güzel maç olarak hatırlıyor.
Ertesi gün basılan gazetelerden birine göreyse “Real kendilerini emsalsiz kılan bütün özelliklerini sahaya yansıttı.” Her şeyden önemlisiyse takımın lideri tartışmasız Di Stefano’ydu. “Yıldızlar arasında bir yıldız” diyor Platini onun için. İngiltere’de Pele ve Maradona’nın dengi Best veya Charlton’dır; Fransa’da Platini veya Zidane; Hollanda’da Cruyff; Brezilya’da Garrincha; Almanya’da Beckenbauer. İspanya’daysa durum biraz farklı. İspanya’da Di Stefano, Pele ve Maradona’nın dengi değildir. Hatta onları aşar bile.
1950 ve 1954 yıllarında Di Stefano’lu Arjantin, Dünya Kupası’na katılmadı, 1958’de Di Stefano, İspanya forması giyerken elemeleri geçemediler ve 1962’de yaşadığı sakatlık onu yolculuk etmekten alıkoydu. Onun yokluğu, futbol açısından bir trajediydi. “Eğer Di Stefano, Dünya Kupası’na katılsaydı beyaz Pele olarak tanınırdı” diyor Just Fontaine.
FIFA, Maradona ve Pele arasında bir seçim yapmakta zorlansa da yüzyılın en iyi kulübünü seçerken hiçbir şüphe duyulmadı. Yakın zamanda kulübün onursal başkanı Di Stefano, Real Madrid adına bu ödülü aldı. Di Stefano kalın sesi, zor anlaşılan aksanıyla “Benim için takım her şeyden önce geliyordu” diyor. Onun bu sözü Cruyff tarafından da doğrulanıyor. “O benim en beğendiğim oyuncuydu” diyor Cruyff, “ve en sevdiğim yanıysa elinden gelen her şeyi takımı için yapmasıydı.” Di Stefano olmadan modern futbolun pek fazla anlam taşıyacağı söylenemez. O, WM dizilişine olan taktiksel inancı ortadan kaldırdı ve futbolun çağdaş bir seviyeye gelmesine vesile oldu. “Di Stefano sıradan olanı bir görsel şölene dönüştürürdü” diyor Arrigo Sacchi.
Karısıyla birlikte gazetelerde dönüp duracak bir tayt reklamında oynamasıysa bir futbolcu açsından ilkti. Ayrıca kaç futbolcu Di Stefano’nun 1963’te Venezuela’da kaçırılması gibi bir macera yaşamıştır ki? Yine de o anısını gülümseyerek hatırlıyor Di Stefano ve ekliyor: “Oldukça terbiyeli çocuklara benziyorlardı.” Şampiyon Kulüpler Kupası’nın dünyadaki en büyük turnuva olmasında hiçbir futbolcunun onun kadar emeği geçmemiştir. O olmasaydı turnuvanın adı belki de hiç duyulmayacaktı. O olmasaydı Real Madrid kupayı kazanamayacaktı. Aslında Di Stefano olmasaydı Real Madrid hiçbir anlam ifade etmeyecekti.
Takımın bütün kimliği, onun takıma kazandırdıklarıyla şekillendi. “İspanya’yı Madrid Cumhuriyeti haline getirdi. Ayrıca Real Madrid’i sınırların dışına taşıyan da odur” diyor eski kulüp başkanı Ramon Calderon ve çok da haklı. Barcelona’yla olan ilişkiler bile farklı olurdu çünkü Arjantinlinin 1953’te Katalan ekibi yerine Madrid’e gitmesi dünyanın en büyük futbol rekabetlerinden birinin fitilini ateşledi. Barça’nın Di Stefano’yu elinde tutamaması futbol tarihinde şimdiye kadar yapılmış en büyük hata olsa gerek. Ya da Barcelona efsanelerine göre tarihin en büyük dolandırıcılığı… Eğer Barcelona bu hatayı yapmamış olsaydı İspanya’nın sosyal ve politik tarihi bile değişebilirdi.
Sarı Ok, 1953 yılında Real Madrid’e katıldığında takımın durumu hiç de iyi değildi; 20 senedir lig şampiyonu olamıyorlardı. Tarihlerinde bu kupayı sadece iki defa kaldırabilmişlerdi. Barcelona, Athletic Bilbao, Atletico Madrid (o zamanlar adı Atletico Aviacion’du) ve Valencia daha fazla şampiyonluk görmüştü. Di Stefano, cebinde üzerinde “River Plate-San Lorenzo de Almagro, 1947” yazan küçük bir madalya taşıyor (Huracan’da bir sene kiralık oynadıktan sonra döndüğü River Plate’de çıktığı ve kariyerindeki en harika anlardan birisi olduğunu söylediği ilk maç). Bu madalya, yakın zamanda geçirdiği kalp krizi ve ilerleyen yaşı sebebiyle yanından ayırmadığı bastonu hariç, gittiği her yere götürdüğü tek şey. Buenos Aires’in 60 mil kadar dışında bulunan Los Cardales’te geçirdiği zamanları anlatırken gözlerinin içi gülüyor ve “İyi bir futbolcu olabilecekken aileleri için para kazanmak zorunda kalan dostlarından” sevgiyle söz ediyor.
İki defa Güney Amerika’da Yılın Futbolcusu ödülü alsa da en büyük başarısını Real Madrid’le Avrupa’da elde etti. 11 sezonda sekiz lig şampiyonluğu kazandı; Madrid o gelmeden önce sadece iki kez kupa kaldırmıştı fakat onun gelişinin ardından bu sayı 29’a yükseldi. Daha önemlisi, Madrid ilk beş Şampiyon Kulüpler Kupası’nı kazanarak hâlâ kırılamamış bir rekorun da sahibi. Hiçbir kulüp bu kupanın tarihinde Madrid kadar ses getirmedi. Madrid’in kadrosunda başka futbolcular da vardı elbette. Paco Gento ve Ferenc Puşkaş, jenerasyonları içindeki en yetenekli oyuncular arasındaydı ama Di Stefano en iyisiydi. “1950’li yıllarda çocuk olanlar için Di Stefano’nun adı radyolarda her zaman bir başarıyla birlikte anılır, bizi Parc des Princes, San Siro ya da Hamden Park’a götürürdü” diyor günlük spor gazetesi AS’ın editörü Alfredo Relano.
Di Stefano ligde beş kez gol kralı oldu ve Madrid formasıyla çıktığı 282 maçta kaydettiği 216 golle akıllara kazındı. Madrid’in kazandığı bu beş Şampiyon Kulüpler Kupası finalinin beşinde de ağları havalandırdı ve toplamda attığı 49 golle turnuvanın gelmiş geçmiş en skorer oyuncusuydu ki yakın zamanda Real Madrid’in şimdiki kaptanı Raul, bu unvanın yeni sahibi oldu. 9 numaralı formayı giyse de o sadece bir golcü değildi. Çünkü iki kez Ballon d’Or ve beş kez İspanya’da Yılın Futbolcusu ödülüne layık görülmek için gol atmak yeterli değildir. “Onda her şey vardı” diyor Just Fontaine. “Hızlıydı, tekniği çok iyiydi, hava toplarında etkiliydi, golcüydü ve saygı duyulan bir liderdi.” Michel Platini ise şunları ekliyor: “O, Avrupa’ya tango tadında mükemmel bir teknik ve inanılmaz bir sürat getirdi.” Ve Bobby Charlton, Di Stefano’yla çıktığı maçlarda aklından geçenleri şu sözlerle özetliyor: “Oyunu tamamen kontrol ederdi. Ona bakardınız ve kendinize ‘Onu nasıl durdurabilirim ki?’ diye sorardınız.” Bu sorunun cevabı genellikle durduramayacağınız yönündeydi ve bunu Di Stefano da biliyordu.
Bir maçın onuncu dakikasında Di Stefano, rakip takımın genç defans oyuncusu Fidel Ugarte’ye dönüp “Sürekli peşimden mi geleceksin evlat?” diye sordu. Ugarte’nin gergin bir şekilde “Evet, teknik direktör öyle söyledi” demesi üzerine Di Stefano da kafasını sallayarak “Peki o zaman, belki bir şeyler öğrenirsin” dedi. bir futbolcu elde edebilirsiniz.” “Tek yapmadığı şey” diyor eski takım arkadaşı, “kaleye geçmekti!” Di Stefano ise konuyla ilgili bir itirafta bunuyor: “Aslında, River’da oynarken takımın birinci kalecisi oyundan atıldığında onu da yapmıştım!” Di Stefano’nun şöhret ve saygı kazanmasını sağlayan tek şey yeteneği değildi.
Hırsı ve kendisini feda etmesi eşsiz olsa da kazanmak konusundaki kararlılığı da başarısında rol oynadı. Özellikle de kendisini feda etmesi gerektiği anlarda! İtalyan oyuncu Gianni Rivera, Inter’de oynarken karşı karşıya geldiği Di Stefano’yla ilgili bir anısını şöyle anlatıyor: “Onu iki kişiyle marke etmeye çalışıyorduk. Sahanın en alakasız yerlerine koşuyor hatta defansa kadar çekiliyordu. Böylece onu marke edenleri yoruyordu ve takım arkadaşlarına boş alan açıyordu. Bizi çılgına çevirmişti.” Charlton “O, gördüğüm en zeki oyuncuydu” diyor. “İnanılmaz bir liderdi ve diğer oyuncular için bir ilham kaynağıydı. Futbolu her zaman, koşman ve terlemen gereken bir spor olarak gördüm” diyor Di Stefano. Galibiyet yolunda çaba sarf etmeyen oyunculardan bahsedince ise oldukça sivri dilli olabiliyor. Madrid’in diğer bir efsane oyuncusu Amancio’ya verdiği hızlı cevapsa takım içinde bu konuda ne kadar hassas olduğunun bir kanıtı niteliğinde. Bir maçtan önce Amancio formasının bembeyaz olduğunu görür ve “Hey, benim formamda Real Madrid arması yok” der. Di Stefano’nun cevabı gecikmez: “Bunun için önce o formayı ıslatmalısın tatlım.”
Di Stefano her maçta formasını ıslatıyordu. Fakat bu, Eusebio’nun umurunda değildi. Portekiz’in en büyük oyuncularından Eusebio, Sarı Ok ile formasını değiştirdiği anı “hayatında yaşadığı en büyük mutluluk” olarak özetliyor. Futbol, River’lı o elektrikçiye sonsuza dek minnettar kalacak. Ramon Calderon ise parkta gezerken Di Stefano’nun heykeline rastlayan baba ve oğul hikayesini anlatmaktan hiç vazgeçmeyecek: “Baba” demiş çocuk, “bu adam futbolcu muydu?” Babası yanıtlamış: “Hayır oğlum, o bir takımdı.” Herhangi bir takım değil; dünyanın en iyi takımıydı.
(FourFourTwo Türkiye Ekim 2009 sayısından alınmıştır.)
Comments